yemekler sofraya konmuş. toplanıp birlikte yemeğe başlanacak an. fakat gerçekten zaman durmuş, masaya yukarıdan bakarken kenarda ayakta dikilen kendini görüyorsun. taş kesilmiş bir ruh olarak. çünkü beden taş olmaz. daha dün gelecek hatta bugünün konuşulduğu masa bir çöl gibi sessiz. aslında kimsesiz. otursan oturamaz, kalksan gidemezsin. dünya bu kez senin etrafında dönerken alay eder. o döndükçe anılarla yalnızlığını örtmek istersin. üşüdükçe üşür.
hafta sonu şampiyonluk maçına gidilecekti. sevinç çığlıkları atılacaktı. sonrasında birlikte içip eğlenilecekti. hatta bir yıl sonrasında çocuğun mezuniyet töreninde olacaklardı. en keyifli zamanlardan olacaktı. mezun olana kadar geçen olaylar anılacak, zor serüvenin bittiği hayatın gerçeğinin daha zor olacağı anlatılacaktı belki. elbette arkasında noktadan değil virgülden sonra hemen sana güveniyoruz neler başarmadın ki denilecekti. dağ gibi bir güven duygusuyla.
işte o masa bu. gelecek masası. umut ve keyif masası. güven, destek masası. orta halli ailenin kendini ezdirmeden ama muhtaç da olmadan yaşama tutunma masası. yalnızlık resmi ya da nesnesi bu masaydı artık.
banyoya gitti. soğuk suyu iştahla açtı. yüzüne serpti. bunu bir kaç kez yaptı. derin nefesler alarak. giyindi düşünerek. üzerini düzeltti kendine öğütler vererek. çünkü en iyi öğrendiği ölüm yoktur ta ki sevildiklerin ölene kadar. mezara gömmek, gömme işlemine tanıklık etmek maddi kaybı akla kazımaktı. kapının önüne geldi. kapıyı açtı. aralıkta duraladı. gözlerinden akan yaşı sildi. “haydi çıkıyoruz.” dedi sesli. başını kaldırdı, duruşunu düzeltti. kendinden emin adımlarla sokağa indi.
işte ilk zor olan bu kapıdan çıkmaktı. şimdi yıllardan sonra o kapıyı açıp girmek zor geldi. elini kapı koluna attı. anahtarla kilidi açtı. kolu indirdi. gıcırtıyla açılan kapı geçmiş ve gelecek kokuyordu. aynı hüzün ve mutluluk gibi.