ülkemizin ünlü liberali televizyonda şöyle ahkam kesiyordu: “bakınız komünist ülkelere devlet binaları kocaman kocamandır. bir ülkeye gittiğinizde kocaman devlet binaları varsa orada demokrasi özgürlük yoktur.” diyordu.
simit sarayı, adalet sarayı, devlet sarayı, beyaz saray. olta iğnesindeki kutsal solucanlar ve bizler, insanlık. 1984ten kapitalizme. ekmekçilerden pastacılara.
nerden aklıma geldi bilmiyorum. simit sarayı ironisi gibi bişeyden sanırım. yıllarca yoksulun “fast food”u saraylık oldu ya ondandır belki. belki “adalet sarayı” yazan devasa yerlerde nerdeyse hiç adaletin tecelli etmediğindendir. çünkü bununla ilgili binlerce örnek var. her gün okuyorsunuz, duyuyorsunuz zaten.
acayip bi zamanda yaşıyoruz. sadece ülkece değil dünya tuhaf bir yer oldu. benim kafamı oldukça yoran ise “1984” romanının bir kapitalizm ya da otoriter yönetim eleştirisi sananların aksine tuhaf bir benzeşme. sovyetler birliği, stalinist yönetim eleştirisi için yazılan bu distopik roman sosyalizmin olmadığı dünyada sanki kapitalizmin son aşamasını da anlatıyor. hatta sanki değil.
şirketlerin devletleri, şirketlerin dünyası, devletlerin şirketler gibi yönetilmesi artık bir hollywood filmi olmaktan çıktı, netflix dizisini geçti. simpsonlar bunu da bilmişti içeriklerinden önce bunları düşünmek lazım aslında. düşman kardeşlerin, kapitalizm ve sosyalizmin sonuçta birleşmeleri. batının teröristleri zamanında besledikleri siyasal islamcılar şimdi ellerine dolanıyor. tek dertleri kendilerini bir şeklide bu çemberden izole etmek.
ama geldiğimiz zamanın net sonucu şudur: modernizm ortaçağı yenemedi.