dersin sonuna yaklaşırken

eğitimköşe vuruşu
eğitimköşe vuruşu
A+ A-

Dersin sonuna doğru yaklaşırken

Bundan üç dört yıl önceydi. Kendi muhasebemi yapıyordum. Öğretmen olmasaydım ben nasıl olurdum? Farkındalık düzeyim bugünden ne kadar değişik olurdu? Öğretmenlikten neler aldım? Peki öğretmenlik yaparken karşımdakilere neler verdim? Diye bir dizi soru sordum cevapladım. Otuzuncu yılıma girerken bu soruları ve cevaplarını hatırladım. Muhtemelen aynı olurdum diye sonuçlandırmıştım muhasebeyi. Çünkü belirleyici olan ilgi alanları ve karakterdi. Bu sonuca varırken meslekten edindiklerimi inkar etmiyorum. Ayrıca mesleğin ilk yıllarından itibaren “ezberci eğitime hayır” sloganını ben de atıyordum ama ne olduğunu, nasıl olacağını işin açığı bilmiyordum. Yıllar boyunca da bunu aradım. Buldum dersem ukalalık olur ama izlerini keşfettim diyebilirim.

Öğretmenim bu oynadığımız kaçıncı dersti?” sorusunu öğrencimden duyduğumda çok büyük mutluluk yaşamıştım. Dersi sıkıcı, bunaltıcı bir zorunluluktan uzaklaştırmayı başardığımın göstergesiydi bu. Mesleğimi yaparken büyük değişimler yaşamasam da aşamalar kat ettiğimin farkındaydım ama bu tür geri dönütler sanırım en büyük motivasyon kaynağı, en değerli ödüldür. Hele bir öğretmen için. Peki çok katmanlı, çok bileşenli bu işte bütün sorumluluk öğretmenin midir? “Kahraman öğretmenler” ile bu yükün altından kalkılır mı? Kestirmeden cevap veriyorum: Kocaman hayır.

Bir velim de şöyle demişti: “Hocam siz sadece çocuklarımıza değil, bize de öğretmenlik yaptınız.” Bir başka velim ise “Keşke sizin gibi öğretmenleri çoğaltmak mümkün olsa da herkes faydalansa.” Bu anekdotları kendimi övmek için yazmıyorum amacım eğitim anlayışındaki farklılığı ve nasıl olursa daha doğru oluru sorgulamak. Meseleyi biraz açayım ki dert anlaşılsın. Bu sözleri duymama yol açan nedenler kısaca şunlardı:
Veli toplantılarında çocuğun daha fazla çalışmalı demiyordum. Daha çok test çözmeli de demiyordum. Çocuğunuz aslında zeki ama tembellik yapıyor da demedim. Birebir de çocuğun özelliklerini sıralıyordum. Eksiklerini, düzeltmesi gereken yanlarını ve ne yapması gerektiğini anlatıyordum. Veli toplantısının genelinde çocukla iletişimden, çocuk yetiştirirken dikkat edilmesi gerekenlerden bahsediyordum. Özellikle sorumluluk bilincini kazandırma, disiplinli olma, kendi başarısı için çabalamanın önemini vurguluyordum. Sınıfta ne öğrencilere ne velilere öğrenciler arasında sıralama yapmadan konuşuyordum. Hepsinin özgün yeteneklerini geliştirmeyi, bunun üzerinden okula istekle gelmelerini hedefliyordum. Öğrendikleri ile ilgili ürün ortaya çıkarmaya çalışıyordum.

Öğretmenlik böyle olur önermesi yapmıyorum. Çünkü en başta da kısaca değindiğim gibi “kahraman”ların dışında eğitim felsefesi sorunu var. Sorun büyük. Ve en temel sorun Milli Eğitimin temel amaçlarının yok sayılması. Başarının akademik başarı, yani sınav başarısına endekslenmesi. Bu medya eliyle “şu kadar öğrenci sıfır” çekti manşetiyle başlayan bir süreç. Eğitim yöneticilerinin de “Kaç öğrencin sınav kazandı?” sorgulaması ile de devam ediyor. Ve bu sınav odaklı eğitime veliden eğitim yöneticisine herkes ikna olmuş hatta aksini söyleyene tahammül edilmez duruma düşülmüştür.

Bu durumun ters yüz edilmesi iletişimin gücünden, hızından kaynaklandığı gibi eğitim politikalarının iflasının da sonucu olduğunu düşünüyorum. Artık eğitimin doğuştan gelen özelliği olan ideolojik yanının yıkılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü zaten hiçbir ideolojide kendini var edemiyor. Amorf, etik değerleri olmayan, şekilsiz ve niteliği olmayan topluluklarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla eğitimin asıl işi toplumsallık ise “sağlıklı, huzurlu bir toplum” inşa etmenin yolları eğitim yoluyla aranmalıdır. 7-8 yaşından itibaren çocukları test sınavlarına sokup sıralamaya başlamak zeki çocukları bile heba etmekten başka bir yol değildir.

Hala yere tükürüyorsak, hala sıraya girilecek bir yerde aradan sıyrılmaya çalışıyorsak, sadece kendini düşünen insanlarla yaşıyorsak, trafikte bir saniyeyi kar sayıp kuralları hiçe sayıp araya girmeye çalışanlarla dolu kentlerde yaşıyorsak sorun gerçekten büyüktür.

Müfredattan öncesi var

Bana göre eğitimin en temel üç sorunu Eğitim politikalarında gizli. İlki ideolojik eğitimdir. İkincisi ise sınava endeksli eğitimdir. Üçüncü olarak da ilk ikisine paralel olarak çağın ihtiyacı olan eğitime uygun öğretmen yetiştirememedir.

Eğitim tarihsel olarak ortaya çıkışından bu yana ideolojik bir araçtır. Ülkeyi savunma, dinini öğretme ile başlayan eğitim tarihi, aydınlanma döneminde daha da önemsenip toplumun dizaynı hayali kurulup zorunlu eğitime geçilmiştir. Ne var ki geldiğimiz zamanda artık eğitimin de öğretmenin de etkisinin zayıfladığını söylememiz gerekir. Önce televizyonların şimdi ise sosyal medyanın daha etkili olduğunu söylemek yerindedir kanımca. Yine günümüzde ilk çağlardakine benzer bir pozisyona tekrar dönmüş durumdayız. Dar grupların faydalandığı eğitim ile karşı karşıyayız. Üst gelir gruplarının rahatlıkla faydalandığı, orta sınıfın mücadele ile eğitimden yararlanma çabaları yanında alt gelir gruplarının ise figüran bir kalabalık olduğunu söylemek abartı olmaz. Eğer eğitimi kamusal bir hizmet, kamusal bir fayda düzlemine çekmek gerekiyorsa – ki yasa ve yönetmelikler de öyle olduğu söylenir.- şimdiki gibi bir yapının tez elden değiştirilmesi gerekir.

Dünyanın bir yerinde üretilen bilgi en uç diğer köşesine çabucak ulaşıyorsa hem de dil, din, ırk ayrımı olmaksızın. O halde yaratıcı, evrensel değerleri özümseyen, iletişim dili güçlü, sorun çözen bireylere ihtiyaç vardır. Bu anlayışı anlatmak, geliştirmek gerektiğine inanıyorum. Okulları “fabrika” olmaktan çıkarmak gerekiyor. Toplumla iç içe 7’den 70’e faydalanılan mekanlar haline getirmek gerekiyor. Kalabalık okullarda bu istense de yapılamaz. Bunun için öncelikle mevcudu 500’ü aşmayan mahalle okulları haline gelmeli. Spor salonuyla, bilişim ve toplantı salonlarıyla…

Kalabalık okulların en büyük sorunu denetimin yapılamaması ve yanlışın egemenliğini şiddet yoluyla dayatmasıdır.

Eğitimin sorunları sıralanırken öğretmen yetiştirme, öğretmenin ekonomik-özlük hakları, okulların donanım özellikleri, yönetimsel sorunlar yanında en başta hep müfredat denilmiştir. Oysa hepsinden önemlisi belki de sınava odaklı, akademik başarıyı önceleyen eğitimdir. Okullardaki şiddettin de, trafikten sosyal yaşama yaşanan sorunlarında temelinde eğitim var çünkü.

Sınava endeksli eğitim sadece ve en fazla bilgi yükleyen bir sistemdir. Oysa eğitimin, hele de bir devlet için kamusal eğitimin amacı topluma, ülkeye faydalı insanlar yetiştirmektir. Bugünkü sosyal yaşamda yaşadığımız bir çok problemin kaynağında eğitimin “insan yetiştirme” arızasının çıktılarını yaşayarak görüyoruz. Sadece bilgi hiçbir şeydir oysa. İlkesi, değeri olmayan sadece kazanmayı düşünen sınav odaklı bir sistemden de zaten böyle insan modellerinin çıkması olağandır. Okullardaki şiddet de sınav merkezli, yarış mantığındaki eğitimin çıktısıdır. Farklı algı, yetenek ve ailelerin çocuklarını aynı havuzda yarıştırmanın sonucunda itiraz eden öğrenciler kendini ispat içerisine giriyorlar ister istemez. Buna zorunlu eğitim dayatması ve “veli her zaman haklıdır. Öğrenci her zaman haklıdır.” ön kabulü de tuz biber ekmektedir. Seçenekler arasına sıkıştırdığımız nesillerimiz sonuç olarak seçeneksiz kalmaktadırlar. Ünlü deli fıkrasındaki gibi küvetin tıpasını çıkarmak kimsenin aklına gelmez oluyor. Ülkenin %40’ı temel okuma, anlama ve temel matematik becerilerine sahip olmadığını öğreniveriyoruz sonra. Çünkü çocuğa test çözdürmekle, soru ezberletmekle meşguldük. Çünkü o öğretmenler muteberdi. Çünkü eğitim yöneticilerimiz sadece test sonuçlarını veri kabul ediyordu. Okuma yazma biter bitmez deneme sınavlarına geçiyoruz bunun için.

Tüm bunların bileşkesi olarak öğretmen yetiştirme de sorunlu oluyor elbette. Hatta öğretmen olarak yetişmeyenler bile öğretmen olabiliyor. Öğretmenlik mesleğini yapan kişi sadece öğretmen olmalıdır, eğitim fakültesi mezunu olmalıdır. Formasyonlu ya da formasyonsuz sonradan öğretmen olmamalıdır kimse. Çünkü öğretmenlik “bişey olamazsan öğretmen olursun.” mesleği değildir. Öğretmenlik uzmanlık alanıdır.
Var olan eğitim fakültelerinde kontenjanlar ciddi oranda azaltılmalıdır. Ülkenin nüfus istatistiğine göre kontenjanlar belirlenmelidir. Fakültesini bitiren de mesleğine geçip işine başlayabilmelidir. Ücretli, sözleşmeli mümkünse olmamalıdır. Her öğretmen aynı işi yaptığı için aynı maaşı almalıdır. Ancak bölgesel farklardan dolayı farklılıklar olmalıdır.

En çok tatili olan, “en kolay” iş olarak görülen mesleğimiz sorunları hemen hemen aynı gibi tüm dünyada. Hatta şu örnek ülkemizdekiyle birebir aynı: Bir platformda izlediğim dizi bir okulda geçiyor. Kahraman bir öğretmen. 8. bölümdeki diyalog aynen şöyle:

Öğrenci soruyor:

– Gabe, (öğretmen) tüm meslekler içinde en az çalışan sizsiniz. Ama nedense çok şikayet ediyorsunuz.

– Carlos, öğretmenler çalışmazsa ne olur biliyor musunuz?

– Ne?

– Öğretmenleri tembel sanacak kadar aptal yetişkinlerimiz olur.

Ne kadar tanıdık değil mi öğretmenin maruz kaldığı ifade. Öğretmene ve eğitime bakış açılarının ortak yanı hedefe konanın öğretmen olması. Görünen, el ile tutulan bir üretim de olmayınca sanki ekmek elden su gölden yaşayan bir meslek görünüyor. Oysa gerçek o kadar başka ki. Evde en temel görgü kurallarını almamış, en temel sosyal yaşam becerilerini edinmemiş çocuklar ve gençlerle baş başasınız. Hatta bu temel becerileri vermeyen anne-baba gelip bize hesap bile sorabiliyor. Böyle bir işi yapıyoruz. Ki bu arada akademik bilgiler yükleyeceğiz test çözdürmekten vakit kalırsa da insani değerlerden, toplu yaşam kurallarından, bilimin öneminden sanatın ferahlatıcılığından dem vuracağız. Ama olmuyor. Çocuk diyor ki “Benim annem öyle yapmıyor ama oluyor.” Ya da “ Babam yapmıyor bi şeyde olmuyor.” O kaba, cahil karakterlerin başrol olduğu filmlerde ki gibi. Sosyal medya fenomeni denilenlerin abuk sabuk işlerinin önemsenmesi gibi. Bilginin saltanatı artık yok olmuştur. Dolayısı ile öğretmenin aydınlatıcı rolü de bitmiştir. Artık yeni rol bambaşkadır. Bu yeni rol ilham olma, yaratıcılığı geliştirme, iletişim becerileri yükleme, merakı arttırmadır. İş birliği yaparak çalışmayı öğretmektir. Doğru bilgiyi seçebilmeyi, veri toplamayı, veriyi analiz etmeyi, bilgiyi kullanmayı öğretecek süreci yönetme becerisiyle donaması gerekir yeni öğretmenin. Buna göre de bir öğretmen yetiştirme, buna göre de bir eğitim yönetimi oluşması gerekir.

Eğitimi ideolojik aygıt olarak kullanıp, zamanın uzağında eğitim anlayışı ile yönetip yem olarak öğretmenleri toplumun önüne atmak en kolayıdır. Ama bu topluma olan sorumluluğu eğitim bileşenlerinin üzerinden almaz. Sonuçta yapılan işi, hizmeti programlayan ve yöneten bir politik tercih vardır.

Geçen yıllarda “Mucize Doktor” isimli bir dizi oldukça ses getirdiğinde çoğu eğitimcide “Mucize Öğretmen” dizisi de çekilse keşke diye yazmışlardı sosyal medyada. Ben de itiraz eden düşünce ile şöyle yazmıştım:

 “Çekmeyin çünkü bizim kahramanlara, mucizelere değil sisteme ihtiyacımız. Ülkenin tüm bilim insanlarıyla, yöneticileriyle, siyasetçisiyle, sendikasıyla tartışıp, uzlaşıp karar verdiği bir sisteme ihtiyacı var. Her şeyden önce de liyakata ve adalete ihtiyacı var.

Çekmeyin çünkü biliyorum ki senaryoda bolca kutsal değerler kullanılacak. Hamaset çekilecek. Ve biliyorum ki, gördüm yaşıyorum ki hayat ve gerçekler hiç de öyle değil.

Çekmeyin çünkü ben o öğretmenlerden biriyim. Neden diğer öğretmenlerin mucize yaratamadıklarını, yaratmadıklarını çok gözlemledim, yaşadım. Araştıran, gelişen, geliştiren bilen insan sevilmiyor. Susan itaat eden insan ve elbette öğretmen seviliyor.

Çekmeyin çünkü kahramana değil işine değer veren, toplumunu düşünen, geleceğin eğitimle kurulduğuna inanan, bilen önce yöneticileri sonra öğretmenlere ihtiyacımız var. Problemi doğru tanımlayıp, doğru çözümler önermeye, uygulamaya ihtiyacımız var. Ki Amerika keşfedileli yüzyıllar oldu.”

Evet eğitimin en önemli unsurlarından biridir öğretmen. Ancak asıl sorunun sebebi de değildir. Çözümü de olamaz. Ancak çağa uygun, ideolojiden arınmış bir eğitim tanımı yaparsak ve ona göre bir yapı kurulursa öğretmen de ona göre yetiştirilir.

Öğretmenlik uygulama alanı olan bir iştir. Bilgi donanımın olması yeterli değildir. Sorun şu ki bilgiyi ölçen sınav ile öğretmenleri kategorilere ayırmanın başka yanlış tarafıdır. Bilgiyi alanda uygulamak önemlidir. Günümüze döner “Öğretmenlikte Kariyer” işlemini eğitimin sorunlarını çözeceğini düşünürsek yine yanlış yapmış oluruz. Çünkü aynı sınıfa giren aynı işi yapan kişileri farklı ücretlerle çalıştırmak motivasyonu bozacak en önemli sorun olacaktır. Evet bir basamaklama olsun ama uzman ya da başöğretmen sınıfta ders anlatmamalıdır. Okulun ar-ge, denetim işlerinden sorumlu olmalıdır. Her sınıfta ya da branşta bir uzman, her okulda da bir baş öğretmen olmalıdır. Her kademedeki yöneticiler baş öğretmenlerden olmalıdır. Eğitim fakülteleri ile okullar eş güdüm halinde olmalıdır. Hizmet içi eğitim anlamında da alandan veri toplama değerlendirme iş yapma anlamında da.

Uzmanlık ve baş öğretmenlik sınav ile değil hem yaptığı işteki değerlendirme hem de akademik çalışmalara katılmasıyla elde edilmeli. Ortada devasa çok katmanlı sorunlar varsa yılın öğretmenleri, fark yaratan meslektaşlarım bunu çözemez. Sadece pencere açarlar o kadar.

Böyle olmaz mı?

Ben olsaydım demeden önce yazacaklarımın ütopik olduğunu belirtmeliyim. Çünkü yaşamımızdaki her alanı belirleyenler politik tercihlerdir. Politik tercihler elbette eğitimi de belirliyor. Önereceklerimin olması için çağı yakalamış, evrensel değerleri benimsemiş, ötekileştirmeden, her hangi bir ayrım yapmadan toplumun ortak huzurunu, ortak refahını, paylaşımını önemseyen, hukukun üstünlüğünü gözeterek hesap verebilen bir yapının olması gerekir.

Hatta ben olsaydım da demeyeyim. Bir hayalim var demek daha doğru olur. Hayalim şudur:

İdeolojik, ayrımcı metinlerin olmadığı kitaplar ve e-kitapların olduğu okullar. Araştıran, yorumlayan, problem çözen, yaşadığı çevreyle ilişkili, doğaya saygıyı içselleştirmiş öğretmen kadrosu ve öğrencileri var bu okulda. Şehrin her mahallesinde. En uzak köyde de. Hatta köyde mevcuda göre en 2 öğretmen var. Maksimum 400-500 kişilik okullar. Sınıflar da en çok 24 kişi var. Eğitim fakültesi ile okul yan yana. Okulun bahçesinde spor alanları, oyun alanları var. İçinde toplantı-gösteri salonu, spor salonu var.

İlkokul öğretmenleri edebiyat, resim, müzik, spor alanında temel bilgi ve becerilerle donatılmış. Branş öğretmenleri ilgili bilim dalının yanında yine edebiyat ve sanat kültürleri almış öğretmenler. Çünkü hayattaki her şey iç içedir. Canlılar ve cansızların yaşamsal bütünlüğü gibi. Edebiyat ve bilim, sanat ve felsefe de ayrılmaz parçalardır. İlkokulda “Çocuklar İçin Felsefe” eğitimi başlamış. Alt metin sorgulama, soru sorma, yorumlama becerileri için çocuklar okuyor, okudukça konuşuyorlar. Konuştuklarını kendi alanlarında ürüne dönüştürüyorlar. Kimisi nota oluyor, kimisi resim, kimisi afiş.

Bilgi alanlarının diğer beceri ya da bilgi alanını doğurganlığına gittiğini yaşamın içinden yine yaşamın içine sunmayı yaşıyorlar en başından itibaren.

Zamanı geçmiş, usulden yapılan, gerçekliği olmayan sıkıcı toplantılar yok. Okul yönetimi, ar-gesi daha iyi, daha başarılı olmak için sorunlar konuşuluyor. Konuşan, eleştiren değil, susan olursa hesap soruluyor. Ne öğretmen şiddet göreceğinden endişe ediyor ne öğrenci. Öğretmen ne veliden korkuyor, ne de yöneticinin keyfiyetinden. Çünkü yönetici mesleğin birikimine sahip olduğu gibi günceli de yakalamış, iletişimi güçlü. Sorun çözme kabiliyeti yüksek, organizasyon becerisi sahibi. Baş öğretmeni ve uzman öğretmenleri ile okulun gidişatına hakim. Paydaşlarıyla da bilgi akışları sağlıklı, şeffaf. Kendi bilgi birikim ve beceriyle o yeri hak ettiği için kimseye boyun eğmek durumunda değil. Görev tanımı açık, yetki ve sorumlulukları belli.

Beş yıllık ilkokulda sınav kaygısı yok. Dil bilgisi yok. Üç yıllık ortaokul ile zorunlu eğitim son buluyor. Bu sekiz yılda toplu yaşam kuralları, yasalara uyma, vatandaş olma bilinci kazandırılmış. Eğitim yaşamdan uzaklaştıkça okullar sorun merkezine döndüğü için temel zorunlu eğitimde yaşamın için odaklanmış birer merkez halinde. Orta öğretimde liseler meslek liseleri, fen liseleri ve sosyal bilimler liseleri ve spor ve sanat liseleri adı altında dört kategorideler. Fen ve Sosyal bilimler liselerine giriş ortaokul not ortalamaları ve ortaokuldaki proje üretim çalışmalarındaki rollerine göre edinilmiş ölçek puanlar ve okulun şeffaf olarak yaptığı okul kabul görüşmelerinden elde edilen verilere göre yerleşim yapılmış. Fen ve sosyal bilimleri liseleri akademiye geçişin alt basamağı olmuş durumda. Sanat ve spor liseleri yetenek beceriye göre öğrenci kabul ediyor. Aynı zamanda bu alanın akademik alt basamağını oluşturuyor. Spor liseleri sporunda alt yapısını oluşturuyor. Meslek liseleri ise her türlü mesleki eğitimin verildiği yerler.

Kabaca anlattığım düzene “hayalim” desem de aslında olmayacak işler değil. Problemi doğru tanımlamak sonucunda doğru çözümler üretmek yeterlidir. Yine eğitimin kaba tanımında söylendiği “istendik yönde davranış değişikliği de ne istediğimiz önemlidir. Göç almış, ekonomik düzeyi alt sınırlarda olan kenar mahallelerdeki eğitim sorunu da ülkemin sorunudur. Gelecekten kaygılı eli diplomalı gençler de ülkemin sorunudur. Tüm bu sorunları çözmek doğru soru sormakla başlar. Eğitimden ne bekliyoruz? Güncel eğitim nedir? Biz bu cevapların neresindeyiz? Sorularından başlayabiliriz örneğin. Sonrasında “Fikri hür, vicdanı hür nesillerden övünerek bahsedebiliriz.

Paylaş:
Etiketler: , ,

Yazar Hakkında

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi girin.
You need to agree with the terms to proceed

İlginizi Çekebilir

facebook

instagram

twitter

en yeniler

seveceksen

seveceksen bu yeryüzünde hayvan seveceksin…

en popüler

kıyı köşe

Hiçbir sonuç bulunamadı.

ismin halleri

Hiçbir sonuç bulunamadı.

Menü